OYA BAYDAR |
Eline sağlık Oya hanım sessizlerin sesi olmuşsunuz. Hakikaten çok acı, çok zor ve çok karmaşık günlerden geçiyoruz. Kurtlar kuzu postuna bürünmüş mazlumları birer birer avlayıp duruyor. Yığınlar ise bir yanları ateşler içinde yanarken bayramlarını huzur içinde ! sevinç ve sürurla kutluyorlar. Sanıyorlar ki bu ateş onları yakmayacak. Sanıyorlar ki ayakları sancı içinde kıvranırken başları rahat olacak.
Bekleyip göreceğiz mevlam neyler neylerse güzel eyler.
Milletçe hep beraber huzur içinde kutlayabileceğimiz bayramların gelmesi dileğiyle....
Yazımızı okuyalım isterseniz.
Onlar içerde yatarken bayram haramdır
Yarın bayram. Bayramlar barışma, kucaklaşma, sevinç günleridir. Sözlüklere bakarsanız “milletçe” sözcüğü de eklenir tanıma.
Bu ülkede artık bayram var mı? Barışma, kucaklaşma, ortak sevinçler, ortak duygular, sevgi, barış, dayanışma, merhamet, vicdan var mı? Milletçe sevindiğimiz bir şey kaldı mı? Bıraktılar mı?
Ey, hayvan kanı akıtarak Allahı hoşnut ettiklerine, günahlarının kefaretini kurbanla ödediklerine inananlar! Ey, yalan ve riya ile bezeli bayram nutukları atarak bölüp ayırdıkları, birbirine düşmanlaştırdıkları halkın “mübarek” kurban bayramını kutlamaya hazırlanan muktedirler, yetkililer, büyük ve küçük baş’lar, onların yandaşları, çanak yalayıcıları, borazanları, muhbirleri… Ve de bu sağlıksız sosyal atmosferde cinnet geçirmekte olan, toz dumanın ortasında pusulayı şaşırmış, değerlerini yitirmiş zavallı insanlarımız! Bölgemizde, ülkemizde büyük insanî dramlar yaşanırken, oluk oluk kan akarken, zulüm kol gezerken bayram kutlamaya yüreğiniz vicdanınız nasıl el veriyor?
Bu bayram günlerinde kaç suçsuz günahsız insan hapishane hücrelerinde, mahpushane koğuşlarında aylardır, yıllardır yatıyor? Gün sayıyor bile diyemiyorum, çünkü hukuğun “h”sinin, adaletin “a”sının kalmadığı şu dönemde ne günü ne de ayı belli tutuklulukların. Kimisinin hakkında iddianame bile hazırlanmış değil (kolay kolay da hazırlanamaz çünkü ortada ne suç ne de suç delili, sadece “atın şunu içeri” emri ya da telkini var). Kimisi hakkında hazırlanan iddianameler ve verilen mahkûmiyet kararları en küçük bir hukukî dayanağa sahip değil. Kaç kişi göz göre göre rehin tutuluyor devletin elinde? Kaç kişi intihar etti, kaç kişi kim vurduya getirildi tutukluluk sırasında? Suçsuz günahsız kaç kişi işinden atıldı, bütün hakları elinden alındı, açlığa, sürünmeye mahkûm edildi? Kaç gazeteci, kaç yazar, kaç siyasetçi, kaç HDP’li, kaç milletvekili, parti başkanı, belediye başkanı, akademisyen, öğrenci, öğretmen, kaç aydın gün sayıyor zindanlarda? Yüz değil, bin değil, on binler; mesleklerinden ihrac edilenleri sorarsanız, en az 150 bin…
Mektuplar geliyor hapishanelerden, bayram tebrikleri geliyor deste deste; çaresizlikten kahroluyoruz. Sesini duyurma çırpınışı, ben de varım, yaşıyorum, beni unutmayın çığlıkları, dört duvar arasına kapatılmışın umut arayışı. Hepsinin adını anamam, çoğunu tanımıyorum. Adını anamadıklarım yüreğime daha fazla oturuyor, daha fazla acı veriyor, çünkü onlar yeterince ünlü (!) değil, “önemli (!)” değil, “bizden (!)” değil. Onların adı yakınlarının, arkadaşlarının, sevdiklerinin, ailelerinin yüreğinde gizli. Kendimi onları kimsesiz, dilsiz bırakmış gibi hissediyorum; hele de şu yaz sıcağında, şu bayram günlerinde kahroluyorum.
Arkadaşlarım, dostlarım, yoldaşlarım var içerde. Hangisinin adını ansam bir diğeri eksik kalacak. Yine de Osman Kavala’yı (iddianame bile hazırlanmadan, tek bir suç delili olmadan aylardır içerde vakur, dimdik ve umutlu duran arkadaşımı), bu ülkenin en yiğit Kürt evlatlarından Selahattin Demirtaş’ı, demir parmaklıklar arkasında tutulması hukuk ayıbı falan değil basbayağı suç olan Enis Berberoğlu’nu, CHP milletvekili Eren Erdem’i; Figen Yüksekdağ’ın, Gültan Kışanak’ın, Aysel Tuğluk’un, Leyla Güven’in şahsında, Kürt halkının yeminli düşmanlarınca yalancı gizli tanık ifadeleri ve düzmece iddianamelerle yok edilmek, susturulmak istenen HDP’li, HDK’lı tutsakları; sonra kargaları güldürecek FETÖ’cülük, darbecilik iddialarıyla suçlanan, (ve de emir üzerine mahkûm edilen) Nazlı Ilıcak’ı, Ahmet Altan’ı, Mümtazer Türköne’yi saymadan geçemeyeceğim. (Tutuklu gazeteci ve medya mensubu sayısı 15 Ağustos 2018 itibariyle TGS verilerine göre 143’tü).
Bırakın hukuk devletini artık kanun devleti bile olmayan, insanların büyük pazarlıklar için rehin tutulduğu (al papazı, ver papazı) bu ülkede; cellat ruhlu, kana susamış, psikolojik vaka siyasetçilerin ikide birde utanıp sıkılmadan idam, idam diye hönkürdükleri bu kötücül dönemde, baskının, zulmün, vicdansızlığın tavan yaptığı şu günlerde bir de bayram kutlayacağız öyle mi!
Bugünleri hazırlayanlar, ülkeyi büyük bir hapishaneye dönüştürenler, bunca suçsuz günahsızın âhını alanlar, muktedirleri alkışlayanlar, olup bitenlere sessiz kalanlar, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenler bayram kutlayacaklar; kestikleri kurbanlarla Allahı kandıracaklar akılları sıra.
Bayram bunlar gibilere haramdır. Kendi insanlarına zulm eden muktedirlerin ve onların peşlerinden gidenlerin kurbanlarını, bayramlarını ne Allah kabul eder ne de kul.
Bugün Türkiye’de en büyük fay hattı, en büyük yarılma, -ne Kürtlerle Türkler, ne emekle sermaye, ne laiklerle dindarlar, ne Alevilerle Sünniler, ne sağcılarla solcular- iyi insanlarla kötüler ve kötücülleştirilmiş olanlar arasındadır. İdam diye böğürenlerle yaşam hakkını savunanlar arasında; savaş, kan, ölüm diye haykıranlarla barış, huzur, kardeşlik diyenler arasında; hapishanelere tıktığınız suçsuzlarla, onları oraya tıkan menfur zihniyet arasındadır.
Bayram kötülere haramdır. Bizler, bu ülkenin iyi insanları ise, bayramımızı içerdeki arkadaşlarımıza kavuştuğumuzda, ülkeye barış ve özgürlük geldiğinde, iyilik kötücüllüğü yendiğinde kutlayacağız. Geç de olsa, güç de olsa, bir gün mutlaka…
Yorumlar
Yorum Gönder
Değerli fikirlerinizi bizimle paylaşırsanız seviniriz