AHMET BİN HAMBEL VE MİHNE OLAYI

Ahmed bin Hanbel ve Mihne olayı

''Ahmed b. Hanbel’in ilmî çalışmalar açısından çok verimli bir dönem olarak kabul edilen 30-60 yaşları arasını türlü eziyetler ve işkenceler içerisinde geçirdiği görülmektedir. O, Mu‘tezile oligarşisinin güttüğü politikalardan dolayı, her türlü olanaktan yoksun bir hayat sürmüştür.''


Mihne süreci, İslam düşüncesinin yaşadığı en karanlık dönemlerden biri hiç kuşkusuz. Dönemin hukukçularının, bilim insanlarının ve kanaat önderlerinin, fikirleri sebebiyle oligarşik bir zümrenin baskısı altında inlediği zor ve zahmetli zamanlar. Onların sadece düşünsel temelde ve ilmî çerçevede sürdürdükleri muhalefetleri sebebiyle türlü yaftalamalara, fişlemelere ve işkencelere maruz bırakıldıkları karanlık bir devir. Hicrî 218-234 yılları arasını kapsayan ve hükümet elitlerinin o günün aydın ve düşünürlerini yıldırma adına uyguladıkları sistemli zulümleri ve cinayetleri ifade için kullanılan bir tabir, mihne.



Abbâsî halifeleri el-Me’mûn (ö. 218/833), el-Mu‘tasım-Billâh (ö. 227/842), el-Vâsık-Billâh (ö. 232/847) ile birlikte anılan yan yakıcı bir süreç. el-Me’mûn tarafından saltanatının sonlarına doğru ihdas edilmiş bir çeşit işkenceli soruşturma ve sorgulama usulü. Zaten Arapçada “sınama”, “bir nevi işkence”, “sorguya çekme”, “çetin imtihana tâbi tutma” ve “eziyet etme”  manalarına gelmekte. Fişlemelerde kullanılan siyasal polis örgütü şefi, bir dönem emniyet müdürlüğü de yapmış olan Bağdat valisi İshâk b. İbrahim idi. 

Dönemin abide şahsiyeti ise Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855). Hicrî II. asrın ikinci yarısı ile III. asrın ilk yarısı arasında yaşamış büyük İslâm âlimi, amelde Hanbelî Mezhebini takip edenlerin imamı, muhaddis ve mutlak bir müçtehit…   

Ahmed b. Hanbel’in ilmî çalışmalar açısından çok verimli bir dönem olarak kabul edilen 30-60 yaşları arasını türlü eziyetler ve işkenceler içerisinde geçirdiği görülmektedir. O, Mu‘tezile oligarşisinin güttüğü politikalardan dolayı, her türlü olanaktan yoksun bir hayat sürmüştür. Mesela, Halîfe Me’mûn zamanında Bağdat’ta kurulan Beytü’l-hikme, o dönem itibariyle bir ilim ve tercüme merkezi olarak faaliyette bulunmasının yanı sıra, mu‘tezilî düşüncenin yelkenlerini şişirmekteydi. Oranın kapısı Ahmed b. Hanbel için içeriden sürgülüydü. İnandığı değerler uğruna türlü hakaretlere, aşağılamalara, mağduriyetlere ve mahrumiyetlere uğramıştı. Kırbaçlar altında inim inim inlemiş ama her şeye rağmen hakkın ve hakikatin sesi olmaktan geri durmamıştı.

Bu süreçte onunla birlikte baskılara direnebilen âlimlerin sayısı gerçekten azdı. Muhammed b. Nûh, Hasan b. Hammâd es-Seccâde ve Ubeydullah b. Ömer el-Kavârîrî onlardandı. Bu üç âlim İshak b. İbrâhim tarafından zincire vurularak tekrar tekrar sorgulanmış, Muhammed b. Nûh görüşlerinde ısrar etmiş, diğer ikisi resmî görüşü benimseyip kurtulmuştu. Ahmed b. Hanbel ve Muhammed b. Nûh elleri zincirli, ayakları prangalı olarak o sırada Me’mûn’un bulunduğu Tarsus’a gönderilmişti.

Me’mûn’un ölmesi üzerine Bağdat’a geri gönderilen iki kişiden Muhammed b. Nûh da yolda prangaların eziyetine dayanamayarak vefat etmiş, Ahmed b. Hanbel ise yapayalnız Bağdat’ta bir hücreye atılmıştı.

Bununla birlikte o, ilmî haysiyetini her zaman muhafaza etmiş, hayatının hiç bir döneminde istiğnâ düşüncesinden ayrılmamış, türlü zulümlere rağmen ilmî çalışmalarını sürdürmüştü. Bir defasında Me’mûn, İshâk b. Mûsâ el-Ensârî’ye bir miktar para vermiş ve: “Bunu hadis ile iştigal edenlere dağıt” demişti. O günlerde birçok ilim ehlinin bu hususta bir zafiyet içinde olduğunu biliyordu. Birçokları bu yardımı kabul etti. Ahmed b. Hanbel ise böyle bir minnetin altına girmeyecek ve saraydan gelen o bahşişi geri çevirecekti.

Ahmed b. Hanbel, babasından kalan dokuma tezgâhının kirasından aldığı para geçimine yetmediği için, bazen ücretle kitap istinsah eder, bazen kemer dokur, bazen de hanımının eğirip dokuduğu kumaşı satardı. Ekinler biçildikten sonra tarlada kalan döküntüleri diğer ihtiyaç sahipleri ile birlikte topladığı olurdu. Yakınlarının söylediğine göre, evinde yiyip içecek bir şey bulunmadığı zaman bundan gocunmaz, ekmek kırıntılarını ıslatır, üzerine tuz döküp yerdi. Pahalı yiyeceklere iltifat etmezdi. Tahsil hayatı boyunca da aynı sıkıntılara katlanmış, fakat hiç kimseden yardım kabul etmemişti. Kendisinden hadis dinlemek üzere Yemen’e kadar kervancıların yanında deve bakıcılığı yaparak gittiği hocası Abdurrezzâk b. Hemmâm ona bir miktar yardımda bulunmak isteyince: “Eğer birinden yardım kabul etmeyi arzu etseydim, bu kişi sen olurdun” diyerek kabul etmemişti. Kendisini seven bazı tacirlerin ve ona saygı duyanların ısrarla vermek istedikleri binlerce dirhem veya dinarı almamış, reddettiği büyük imkânları, başkalarının geri çevirmediğini söyleyen oğlu Sâlih’e, Tâ-Hâ sûresinin 131. âyetini okuyarak, Allah’ın vereceği rızkın daha hayırlı ve daha kalıcı olacağını ifade etmişti.  Aynı konuda sitemde bulunan amcasına da, “Biz paranın peşinde olmadığımız için geliyor, eğer onun peşinde olsaydık gelmezdi” demişti. Mütevazı evi son derece sadeydi. Buna rağmen misafirlerini evinde ağırlar ve onlara kuru bir ekmekle bile olsa ikramda bulunurdu. Yardıma muhtaç yakınlarına veya kendisinden yardım isteyenlere elindeki üç beş dirhemin tamamını verirdi. 

Arkadaşı ve talebesi Ebû Ca’fer el-Enbârî’nin Ahmed b. Hanbel’in yaşadığı zorlukları ifade etme sadedinde anlattıkları çok dikkat çekicidir: 
“Me’mûn’un Ahmed b. Hanbel’e işkence etmeye başladığını duyunca hemen Fırat Nehri’ni aşarak bir şekilde onun yanına ulaştım. Onun birçok sıkıntı ve eziyete maruz bırakıldığına bizzat şahit oldum. Yanına girdiğimde ona selâm verdim. Bana: “Ebû Ca‘fer, zahmet çektin!” dedi. Ona: “Buna zahmet denilmez” dedim. Ardından şöyle devam ettim: “Ey başına bu kadar felaket gelen Ahmed! Sen bir ilim ehli olarak şu insanların rehberi konumundasın. İnsanlar senin ilmini takdir ve sana itibar etmektedirler. Eğer sen Kur’ân’ın yaratılmış olduğu fikrini kabul edersen, onların büyük bir kısmı peşinden gelecekler. Eğer kabul etmezsen, onlar da seninle beraber kabul etmeyecekler. Bununla beraber bu adam (Me’mûn) seni öldüremese de sen bir gün zaten öleceksin. Ölüm var. O halde Allah’tan kork ve bunların bâtıl taleplerine icâbet etme. Ahmed b. Hanbel, “mâşâallâh, mâşâallâh” derken bir taraftan da ağlıyordu. Benim sabır telkin eden cümlelerim bittiğinde: “Ey Ebû Ca’fer bana bunlardan biraz daha bahsetsen!” diyordu ve ben de ona biraz daha anlatıyordum. O, gözlerinden yaşlar süzülürken, “mâşâallâh, mâşâallâh” demeye devam ediyordu.”

Ahmed b. Hanbel gibi bir iman ve amel kahramanının bile bir insan olarak yeri geldiğinde sabır ve tahammül takviyesine ihtiyaç duyabildiğini ifade eden bu satırlar beni derinden etkiledi. Asr sûresi aklıma düştü bir an. “İnsanın gerçekten ziyanda olduğunun” vurgulanmasının akabinde, hüsran yaşayacak insanlardan istisna sadedinde, “birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin” dile getirilmesi ne kadar da manidar! 

Yorumlar