EVET KAYBETTİNİZ



Doğru söze ne denir? Mehmet Ocaktan  son zamanda güzel yazılar yazıyor. Her ne kadar bu günlere gelmemizde  büyük katkısı olmuşsa da yanlıştan dönmekte bir erdemdir.
Kaybettik
Geldiğimiz noktada içinde bulunduğumuz şu sıkıntıların yegane sorumlusu bizleriz. Müsebbibi başka yerde aramaya gerek yok.
Hatalarımızla yüzleşmeden  bu girdaptan çıkmamız mümkün değil.
******************************************************************************************
Öyle anlaşılıyor ki yıllardır boşa kürek çekmişiz... Yeri geldi İslam’ın evrensel mesajıyla övündük, dinin adaleti, liyakati, merhameti emrettiğini söyledik, yeri geldi hamaset edebiyatına yaslanıp ‘şanlı tarihimiz’in pırıltılı örneklerini insanlara anlattık.


Ama talihsizlik o ki övündüğümüz değerlerin Müslüman dünyadaki karşılığı bizi bütün dünyada utandıran kara bir fotoğrafa işaret ediyor. Evet Allah Kur’an’da “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa/58) ayetini hepimiz okuduk, ama İslam toplumlarındaki adaletsizlikleri, despotizmi ve liyakatsizlikleri görmezden geldik.
Yine biliyoruz ki, insanı diğer varlıklardan üstün kılan en önemli özelliklerden birisi ‘seçebilme kabiliyeti’ne sahip oluşudur. Bu üstün yeteneğini en uygun şekilde kullanabilmesi için de ‘akıl’la şereflendirilmiştir. Özgürlüğün yokluğu demek hayatın manasızlığı ve hiçliği demektir. Dinin bu güzelliğine rağmen, İslam toplumları özgürlük fukaralığı ile malul durumdadır.
İslam, kadın ve erkeği yaratıcı karşısında eşit bireyler olarak tanıtmakta, eşitsizliği, ayrımcılığı açıkça kınamaktadır. Kur’an’ı Kerim’in gönderilişinin üzerinden on dört asır geçmesine rağmen, Müslümanlar olarak kavmiyetçi tortulardan, kadın hakları ve kız çocuklarına karşı izlenen ayrımcılık konusunda Müslümanca bir bilince sahip olamamamız esef verici ve düşündürücüdür.
Müslüman ülkeler olarak insan haklarında, özgürlüklerde, hukukun üstünlüğünün tesis edilmesinde, hakkın-hukukun gözetilmesinde üzerimize düşen hiçbir sorumluluğu yerine getirmememize rağmen, hala “Batı dünyası bizi çekemiyor, İslam dünyasını boğmaya çalışıyor” gibi bahanelerin arkasına saklanarak dinin bize yüklediği sorumluluklardan kaçmaya devam ediyoruz.
Elbette Batı’nın geçmişteki günahlarını temize çekmek gibi bir niyet içinde değiliz. Ama bütün bunlar, bizim kendi halklarımıza zulmetmemizin, özgürlüklerini gasp etmemizin mazereti olamaz. Artık kendimizi de, başkalarını da kandırmaktan vazgeçelim, bugüne kadar Türkiye dahil İslam ülkeleri kendi insanlarının hakkını-hukukunu koruyan, ifade özgürlüğünü teminat altına alan, şeffaf ve hesap verebilir bir sistem oluşturdular da Batılılar gelip engel mi oldular?
Biliyorum, birileri hemen bu yaklaşıma itiraz edecek ve “Bu Batılılar var ya kendilerine demokrattırlar, ama Müslüman ülkeler karşı demokratik değerleri uygulamakta cimridirler” diyerek anında bir savunma cephesi oluşturacaklardır. İyi güzel de, hele biz önce insani  ve İslami sorumluluklarımızı bir yerine getirelim, kendi halklarımıza insanca davranmayı öğrenelim, sonra başkalarından hesap sorarız.
Eğer İslam’ın açık adalet emrine rağmen kul hakkına riayet etmeden, Allah’ın bahşettiği özgürlükleri yok ederek, insan haklarını yok sayarak hem bildiğimiz yolda devam etmek, hem de İslam’la övünmek gibi bir niyet içindeysek bilelim ki bunun adı Allah’a numara çekmektir.
İçinde bulunduğumuz bu ahlaki yozlaşmayla yüzleşmeden, hiçbir şekilde insanların örnek alacağı bir dindarlık bilincine sahip olamayız. Geçtiğimiz hafta Yeni Zelanda’da 50 Müslümanın şehit edilmesi sonrasında yaşananları herkesin dikkatle ve ibretle izlemesinde yarar var. Bu ülkenin başbakanından vatandaşlarına kadar herkesin sergilediği muhteşem davranış, kelimenin tam anlamıyla bir insanlık ve medeniyet dersi niteliğindedir.
Dindarlar olarak oturup, hamasi dindarlık nutukları atmadan önce, Yeni Zelanda’nın verdiği bu medeniyet dersini çalışmak zorundayız.

Yorumlar