Olmayan vicdan |
Nasıl yazıyorlar sizce?
Evet, bilgisayarın başına oturan muhabirler, gazeteciler; batan bir teknede ölen, boğularak ölen insanlar, çocuklar, bebekler hakkında, “FETÖ’cüleri taşıyan…” ile başlayan satırları nasıl yazıyorlar?
Ajanslara bakıp ayrıntıları okuyorlar önce. Gelen bilgilere göre, teknedeki ya da uyduruk bir bottaki şu kadar kadının, şu kadar çocuk ve erkeğin, boğularak öldüğünü haber alıyorlar. Ne düşünüyordur o bota çoluk çocuk gece vakti binenler. Doluşanlar. Karanlık su. İlerledikçe dalga da olur. Her sallantıda eli yüreğine gelmek. Çocuklar eğleniyor mudur, korkuyor mudur? Oyun mu sanıyorlardır? Bebekler? Sonuncu bebek Mahir, “dört” aylıkmış. Dört aylık. Dört aylık. İbrahim üç yaşında. Mustafa altı. Gülsüm de sekiz yaşını bitirmiş.
O an geldiğinde…
Nasıl bir duygudur “boğularak” ölmek? Hepimiz yaşamışızdır, denizde bazen nefes alamadığımız, telaşa kapıldığımız olmuştur. Nefes alamamak. Aslında doğduğumuz andan itibaren istemsizce yaptığımız bir eylemin, soluk alıp vermenin birden bire imkânsızlaşması, yaşamın farkına varmak. Nefesin sayılı olduğunun, farkına varmak, birden bire.
Haberi yazan, bilgisayarın başına oturan, bu “haberi geçen,” düşünüyor mudur örneğin, soluk alamama üzerine. Karanlık bir suda. Kapkaranlık.
Ne hissediyordur örneğin, bebeği elinden kayıp giden. Çocuğu karanlık suda kaybolurken, kendi yaşamının da son anında olduğunu gören, bilen, fark eden biri. Ne yaşıyordur?
Peki onun, onların haberini yapan? “FETÖ’cüleri taşıyan bot battı.” “Şu kadar FETÖ’cü öldü.” Hangi FETÖ bu? Şimdi bu haberleri yapanların, üç beş yıl öncesine dek çocuklarını okullarına yazdırmak için kuyruğa girdiği, şehirleri ve kamu kadrolarını, ihaleleri peşkeş çektiği, Türkçe Olimpiyatları’nda göz yaşı döktüğü, yere göğe sığdıramadığı mı?! Cemaat’i eleştirenleri, sorgulayanları hakaret yağmuruna tutan, cezaevine tıkan ve yaşamı çekilmez hale getirenler; bugün bebeklerin boğulduğu haberini yapıyor, boğularak ölen yurttaşlara hakaretler yağdırıyor.
Bu yazının konusu, ne siyasal İslamcılar’ın önderliğinde ‘muhafazakâr’ kesimin dün yan yana oldukları insanları sorgusuz sualsiz üç dakikada feda eden malum karaktersizlikleri, ne de örneğin eski Zaman yazarı, Bostancı soyadlı bir milletvekilinin, dün verdiği “KHK’lilere af yok” şeklindeki beyanatı. Bostancı ya da diğer boş konuşanlar, beni zerrece ilgilendirmiyor. Onu demiş bunu demiş, geç bunları. Ahı gitmiş vahı kalmış bir siyasi ideolojinin ve hareketin, kamuoyunca ciddiye alındıklarını zanneden müflis temsilcileri.
KHK’lerle ilgili bir sözüm de yok artık. Yeteri kadar yazıldı çizildi. Anayasası askıya alınmış bir memlekette öyle teknik KHK yorumlarına girişecek kadar aklımı yitirmedim. Hukukun evrensel ilkelerine, yasalara ve anayasaya aykırı olan KHK’leri, hâlâ ısrarla bir “hukuk” tartışmasının konusu yapanlar, en hafif tabirle kuş beyinlidir.
Bu kadar.
Derdim bunlar değil. Haberlerini okuduğumda beni başka bir şey düşünemez hale getiren, yediğimden içtiğimden utandıran o insanlar, boğulan bebekler, kapkara suya kayıp giden yavrucaklar. Nefes boruma oturuyor o koca öküz. Adlarını öğrenmeye çalışıyorum. İnternet haber sitelerine bakınıyorum. Vefat haberlerinin nasıl verildiğini, hangi sözcüklerin tercih edildiğini fark ediyorum her seferinde. FETÖ’cüler boğulmuş…
Bu esnada, üç yıldır cezaevinden çıkamayan bir diplomatı, yıllarca danışmanı sıfatıyla yanında gezdiren siyasetçiler parti kuruyor, kurulan partileri destekliyor. “Kargalar bile güler” diyen, ortalıkta dolaşıyor. Yıllarca “Hocaefendilerine” toz kondurmayanlar, iktidar partisi çatısı altında ahkâm kesmeye devam ediyor.
Çocuklar, bebekler, anne ve babalar boğulurken. Karanlık sularda. Burada yaşamanın bir yolu kalmadığı için, “müsebbiplerinden oldukları” muhafazakâr arsızlığın, artık mağduru oldukları için. İş bulamadıkları, cezaevine girmek istemedikleri, dışlandıkları, koyu bir nefret dalgasıyla karşı karşıya kaldıkları için…
Haber sitelerini gezerken, geçen yıldan bir vaka daha çarptı gözüme. Hatırlarsınız belki. Cemaat okullarında öğretmenlik yaptığı için FETÖ şüphelisi olarak aranan biri, iki çocuğuyla Ayvalık’tan Midilli’ye geçmeye çalışırken boğularak ölmüşlerdi. Bursa Belediyesi, cenaze aracı vermemiş aileye! Babayla birlikte boğulan çocuklar, iki buçuk yaşında Burhan, sekiz aylık Nurbanu. İki buçuk yaş. Daha yeni yeni konuşmaya başladıkları dönem. Sekiz ay. İşte, bir iki dişi çıkmıştır, güzelce gülümsüyordur. Karanlık sularda, yaşam şansı bulamadan geçip giden, bebekler, çocuklar.
İktidarı boş verin. Ulusun değil, Twitter’ın temsilcisi konumundaki muhalif milletvekillerinden de (konuya duyarlı, Gergerlioğlu ve İslam gibi bir iki vekil istisna) herhangi bir umut yok. Çocuklar, anne babaları boğuluyor, onlar seyrediyor. Seyretmek dışında bir şeyler yapıp söyleyebilecek, çare olabilecek düzeye, güce, niyete ve çapa sahip değiller.
Hiç kimse hatırlamayacak bu çocukları. Bu insanları. Hiçbirimiz bilemeyeceğiz o sulara gömülürken ne yaşadıklarını. Öylece kayıp gidiyorlar sevdiklerinin ellerinden. Mide bulandırıcı bir riyakârlık hikâyesinin, hatırasız insanları.
Ben kötü oluyorum değerli okur. Çok kötü oluyorum. Tahammül edemiyorum çoluk çocuğun, ana babalarının başına gelenlere. O haberleri nasıl o şekilde yazıyorlar, nasıl umursamıyorlar, nasıl “oh olsun” diyorlar, vallahi anlamıyorum. Bu düzeyi hiç anlamıyorum.
…ama… iyi de… onlar da… canım yani… saf mısın ulan sen… askerler yargılanırken… üzülelim mi yani… onlar bana üzülür müydü… hadi canım…
Topunuzun vicdanına tüküreyim.
Yorumlar
Yorum Gönder
Değerli fikirlerinizi bizimle paylaşırsanız seviniriz