PEYGAMBER VE MÜNAFIKLAR

 

Münafıklıkta zirve İbn-iSelül





Onları ne zaman fark etti?

Etiketleyerek ötekileştirdi ve toplumdan tecrid mi etti?

Araya mesafe koyup ilişkileri sonlandırdı mı?

Yaptıklarını yüzüne vurup cezalandırdığı oldu mu?

Yoksa, bildiğimiz bütün ezberleri bozan bir başka yol mu takip etti?

Sahi, başta İbn-i Selûl olmak üzere münafıklar ortalığı kaynattığı demlerde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) nasıl bir duruş sergiledi ve bu duruşun sonucu, semeresi ne oldu?


Bugünleri anlamak ve problemler sarmalının içinden sıyrılabilmek için bizim adımıza da bu Nebevî duruşun ifade ettiği çok şey var.   

Zira, sûret-i haktan gözüktüğü halde Kur’ân ve Sünnet’le bağdaşmayan uygulamalar bugün de söz konusu; o kadar maharet kesbedilmiş ki bu, Kur’ân ve Sünnet ambalajına sarılarak sahneye konulabiliyor!   

En iyisi, gündemin sıcaklığını bırakıp Asr-ı Saâdet’e gidelim ve işe, nifakın baş aktöründen başlayalım:

Çevirdiği dolaplar hayatını gölgelemiş bir isim, İbn-i Selûl. Ne kadar zorlasanız da kaynaklarda üç beş bilginin ötesinde malumata ulaşamıyorsunuz.

Kendisine “Selûl’ün oğlu” manasında İbn-i Selûl denilmiş ama babasının ismi Selûl değil; Übeyy İbn-i Mâlik.   

Selûl, Huzâa kabilesine mensup bir kadının adı; babaannesi oluyor.

Çocukluk yılları ve ailesiyle ilgili bilgi bunlardan ibaret. 

Muhtemelen babaannesinin yanında büyüdüğü için ona izafe edilmiş.

Başka bir ifadeyle, kadının adının bile anılmadığı bir toplumda babası, babaannesinin gölgesinde kalmış!

O günkü evlilikler, ailelerin çocuk sayısı ve toplumun bunlara bakışı nazara alındığında kavgalı ve karışık bir ortamda büyüdüğünü tahmin etmek zor değil. Hırslarının, beklentilerinin ardında, muhtemelen bu kargaşanın tesiri var.

Bu yönüyle İbn-i Selûl, karakter ve şahsiyet fukarası Ebû Cehil’e çok benziyor!

Hem, tanışıyorlar! Zaman zaman görüşüp konuşuyor, fikir alışverişinde bulunuyorlar!

Başka birliktelikleri de var; birisi, câriyelerini fuhşa zorlayıp elde edeceği üç kuruşa tamah edecek kadar düşkün, öbürü yapacağı yardım karşılığı Yesrib kadınlarını kendisine helal görecek kadar alçak!

Hangisinin heybesinde boza hangisinde şıra yüklü belli değil!

Câriyeleri sermaye olarak kullanmak, Câhiliyye’den kalma bir kara leke idi ve görünürde Müslüman olmasına rağmen İbn-i Selûl, Muâze, Müseyke, Ümeyme, Amra, Ervâ ve Kuteyle nâm câriyelerini bu iş için kullanmak istiyordu ki onlar, bir şekilde seslerini Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) ulaştırdı ve İbn-i Selûl’ün bu anlamsız dayatmalarını şikâyet ettiler. Cevabı, semalar ötesinden geldi (Nûr Sûresi, 24/33) ve insan onurunu ayaklar altına alan bu uygulamaya kalıcı bir şekilde son verildi.

------------------------------------------------------------------------------------

(23,24. İffetli ve (haklarında uydurulan kötülüklerden) habersiz mü'min kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve ahirette lânetlenmişlerdir. İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.

25. O gün Allah, onlara kesinleşmiş cezalarını tastamam verecek ve onlar Allah'ın apaçık bir gerçek olduğunu bileceklerdir.

26. Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktır.(2) O temiz olanlar, iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar. Onlar için bir bağışlanma ve bolca verilmiş iyi bir rızık vardır.

(2) Âyetin bu kısmı şöyle de tercüme edilebilir: "Kötü şeyler ve kötü sözler, kötü kimselere; kötü kimseler de kötü şeylere ve kötü sözlere lâyıktır. İyi şeyler ve iyi sözler iyi kimselere; iyi kimseler de iyi şeylere ve iyi sözlere lâyıktır." Konu ile ilgili olarak bu sûrenin 3. âyetine bakınız.

27. Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selâm vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.

28. Eğer evde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, "Geri dönün" denirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.

29. İçinde size ait bir eşya olan, oturanı bulunmayan evlere girmenizde herhangi bir günah yoktur. Allah, açığa vurduklarınızı da, gizlediklerinizi de bilir.

30. Mü'min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.

31. Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü'minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!

32. Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.

33. Evlenmeye güçleri yetmeyenler de, Allah kendilerini lütfuyla zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar. Sahip olduğunuz kölelerden "mükâtebe" yapmak isteyenlere gelince, eğer onlarda bir hayır görürseniz onlarla mükâtebe yapın.(3) Allah'ın size verdiği maldan onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilinmelidir ki hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra Allah (onları) çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.

(3) İslâm hukukunda "mükâtebe"; bir köle sahibinin, belli bir bedel ödedikten sonra hürriyetine kavuşacağı yolunda kölesi ile yapacağı sözleşme demektir. Bu sözleşmeden sonra köle, söz konusu bedeli kazanmak üzere serbestçe çalışma hakkına sahip olur.)

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 

Bundan da rahatsız olmuştu; “Bu meselenin gerekçesini kim Muhammed’e sorar?” diyor ve “Artık cariyelerimize de el koymaya başladı!” tepkisini verebiliyordu! 

Savaş mevsiminin kapıya dayandığı demlerden birisinde Evs kabilesine mensup bir heyet, umre görüntüsüyle Mekke’ye gelmiş ve hasımlarına karşı Kureyş’ten yardım istemişti. Konuştu ama anlaşamadılar.

Bu sırada aralarında Ebû Cehil yoktu ve haberi olunca Kureyş’i devre dışı bırakarak aynı heyetle yalnız görüşmek istedi. “İstediğiniz yardımı yaparız, amma..” diyordu. “Bizim kadınlarımız çarşı pazarda herkese açık halde dururlar; kimin kimde muradı varsa o onunla istediğini yapar! Şayet, bizim kadınlarımız gibi sizin kadınlarınızın da bize aynı şeyi yapmalarına razı iseniz, sizinle anlaşırız; yoksa, sizinle anlaşma falan yapamayız!”

Al birini, vur ötekine!

Nasıl da yakışıyorlar?

Canı tatlı, İbn-i Selûl’ün ve Yesrib’de yaşanan kavgaların içinde hiç olmamış veya hep uzaktan bakmayı tercih etmiş. Ancak bunu bir argüman olarak kullanmasını da iyi bilmiş. Hedefi belli; iki tarafın da itimadını kazanmaya odaklanmış.

Başarmış da!

Hicret öncesi ortamda Yesrib, 120 yıldır kavgalı Evs ve Hazrec’in ittifakıyla İbn-i Selûl’e taç giydirmeye hazırlanıyormuş ki Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) hicreti söz konusu olmuş.

Yani, tam da koltuğa uzanmak üzereyken hevesi kursağında kalmış!

Bu yönüyle de bir benzeşme var; hevesi kursağında olan bir diğer isim de koltuk sevdalısı Ebû Cehil; Ebû Tâlib’i indirip Mekke koltuğuna yerleşme hayalleri kurarken risâlet gelmiş!

İkisi de aynı körlüğü yaşıyor!

Yorumlar